12 Temmuz 2014 Cumartesi

THE DA VINCI CODE - DA VİNCİ ŞİFRESİ - Ron Howard






Sinemalara 2006 yılında girmiş bir romandan uyarlanma filmle daha karşınıza çıkmış bulunmaktayım. Bildiğiniz üzere Dav Vinci Şifresi romanı Dan Brown tarafından kaleme alınmış ve yazıldığı zaman yarattığı etkiyi şu güne kadar kolay kolay hiçbir yazı insanlar üzerinde yaratamamıştır. Çünkü roman içinde anlatılanlar gerçek olmasına rağmen gerçek ile hayal gücü arasındaki o ince çizgiyi yakalayamayanlar için yazılan her kelime acaba anlatılanların yazar tarafından kafasında oluşturduğu bir üst kurmaca mı sorusunu bizlere sordurtuyor. Kolay bir şey değil farkındaydık hepimiz. Doğu üzerinde her ne kadar bu kadar sert bir yumruk gibi darbe vurmuş gibi görünmemiş olsa da en büyük hasarı Batı, Hıristiyanlık yemiştir bu kitaptan. Kafanızda size yüzyıllardan beridir birisi inandığınız her şeyin yanlış olduğunu söylese ve sizlere  “Uygarlık Tarihi”nin tozlu raflarından hikâyenin gerçeğini dinleme teklifini yapsaydı ne tepki verirdiniz?  Ona inanır dinler miydiniz, yoksa merak edip sadece fikirlerini öğrenmek için mi dinlerdiniz?

Kimisi için şaheser olan, kimileri içinde kitap yanında kötü bir uyarlamadan başka bir şey olmayan bir yapıt. Fakat hakkını yememek lazım ki Ron Howard’ın yönetmenliğini üstlendiği Tom Hanks, Audrey Tautou ve de tabiki Jean Reno’nun oyun oyunculukları filme ayrı bir hava katmakta izleyicinin karşısına çıkmaktadır. Film olay örgüsü bakımından (romanı okumayan için de dâhil) geçmiş ile merakı olan, uygarlıklar ve medeniyetlerin tarihi ile ilgilenmiş olan her hangi bir insan tarafından rahatlıkla tahmin edilebilir ve de kafasında filmin devamını kurabilir. Bu benim tahminim, şu ana kadar yüzlerce böyle film izlediğim için belki de filmler konusunda böyle önseziye sahip oldum; ama yine olsun yine de söylediklerimin arkasındayım.

Film Sion Tarikatı’ndan üst mertebelilerinden birinin ölümüyle izleyici karşısına geliyor ve bu cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Cinayet tarikat tarafından başkasının üzerine yıkılmaya çalışılıyor ve film sonuna kadar başrol kahramanlarımız bir yandan katilin kendileri olmadıklarını ortaya çıkarmaya çalışırken bir yandan da “Kutsal Kâse”yi bulmaya çalışmaktadırlar. Emin olun yaklaşık 3 saat süren film içinde eğer kendini kaptırırsanız olay akışına zamanın nasıl aktığını fark edemezsin bile. Filmin en güzel sahnesi ya da en vurucu yeri artık nasıl tabir etmek isterseniz neresi diye soracak olursanız açık bir şekilde filmin son “3” dakikasıdır. Çünkü Magdalalı Meryem’in gerçek mezarı, sonsuz uykuya daldığı Ahit’in yeri gösteriliyor. Tabiî ki bu Ahit, Don Brown’ın kafasında yarattığı yerde bulunmaktadır. Gerçekte böyle bir Ahit’in varlığı her zaman sorgulanmaya açık ve de sırlar içinde sonsuza kadar gidebilecektir.  Film içerisinde matematikten evrendeki altın oran vurgusuna kadar, uygarlık tarihinden sembol bilimciliğine kadar, modern yapıtlardan gizli ve sapmış tarikatların varlığının bir kez daha vurgulanmasına kadar birçok gözden kaçmayacak konu işlenmiş ve izleyici karşısına getirilmiştir.

Yazıyı bitirirken küçük bir not düşecek olursam Magdalalı Meryem hakkında kimisi için İsa’nın karısı, kimisi için ise İsa’yı her şeyi öğreten gerçek orijinal İncil’i yazmış kişi olduğu tarihten günümüze kadar geliyor. Sanıldığı üzere tarihte anlatılanın üzerine Meryem fahişe değildi. Şöyle düşünün hayatınızdaki bir kadına toplum tarafından kötü davranılsın ve sürekli aşağılansın diye ona nasıl bir suç atardınız? Aynen öyle o kadına fahişe derdiniz ki toplum onu aşağılasın, kötü davransın diye. O zamanda da aynen öyle oldu. Kilise tarikat ile çıkarları ters düştüğü için Magdalalı Meryem’e fahişe yakıştırması yaptı ve Meryem kaçarak sırra kadem bastı.

Sonuç olarak diyebileceğim tek söz “izlemediyseniz, böyle bir eseri kaçırmayın.”

İyi seyirler,

MS

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder