14 Temmuz 2014 Pazartesi

A Beautiful Mind - Akıl Oyunları - Ron Howard



Zekânızın sizinle oyun oynadığı an oldu mu? Peki, bu anın içindeyken hiçbir oyunun içinde olduğunu fark ettiniz mi? İnsanlar hayatlarında en mutlu olduğu anları veya güzel vakit geçirdiği şeyleri yaparken zamanın farkında olmaz; aynı zamanda etrafında olup bitenin veya kendisinde olan değişimleri de fark etmez. Bu Einstein’ın Kuantum fiziği ile açıklanabilen bir durum. 


Bu söylediklerim aklınızın bir köşesinde kalsın bugün ele alacağımız film Ron Howard’ın yönetmenliğini üstlendiği Sylvia Nasar’ın “Akıl Oyunları” romanının beyaz perdeye uyarlandığı yine kitabın aynı ismiyle vizyona girmiş “Akıl Oyunları”. Film, kitabın neredeyse bire bir uyarlaması olarak izleyici karşısına çıkmış ve şu güne kadar yapılmış en güzel uyarlamalardan birisidir. Unutmadan söylemem gerekir ki, Nasar’ın kale almış olduğu kitabın John Nash’in biyografisini ve dram hikayesini anlatan bir kitap olarak zamanında okuyucu karşısına çıkmıştı. 2001 yılında ise kitap okuyucu karşısına değil, izleyicilere beyazperde de altın tepsi üzerinde verilmiştir. Her ne kadar uyarlamanın kusursuza yakın olduğundan bahsetsem de beyazperde de hikâye üzerinde oynandığını söylemeden geçemeyeceğim. Yönetmen hikâyenin bazı yönlerini filmin akıcılığı yönünden her ne kadar değiştirmiş olsa da hikâyenin gerçeğini bilmeyen kişiler için film gayet hoş ve akıcı bir film olarak izleyici karşısında kalmaya devam etmektedir. Tabi, bunlar benim fikirlerim. Benim için bu artı ve eksi yönleri varken sizin için belki de başka yönleri olabilir.

 Filmin konusu Russell Crowe’un canlandırdığı John Nash adlı şizofren matematikçinin hayatı üzerinden olay örgüsünü sağlıyor. Genç yaşında kendi kurmuş olduğu matematik kuramları ile dünyanın en iyi matematikçi olmasına rağmen, zekâsının ona oynadığı oyunlarla kendi akıl sağlığını yitirmeye başlıyor. Bencilliği ve her şeyi bildiğini sandığı o kocaman ego hissi ise akıl sağlını kaybetmesinin farkına varmamasını sağlayan oyundaki en büyük iki piyon. Hayatta herkesin önünde bir numaralı adam olan birisi neden egoya sahip olur sorusunu sormadan edemeyeceğim. İnsan hayatında demlendikçe, önemli mertebelere geldikçe ego duygusunun aslında boş bir duygu olduğunu fark etmesi aşamasına gelmesi gerekirken neden hala o aç, doymayan ego sürekli büyümeye çalışıyor? Filmde bir alt başlık olarak işlenen konu da bu işte “ego”. Aslında ego, kendini büyük görmek veya herkesten üstün olduğunu insanların yüzüne vurmak kimse için bir anlam ifade etmiyor. Eğer kafanızın içindeki o organ size hayatı çok farklı göstermeye başlıyor ve sizi insanlardan uzaklaştırıyorsa ego denilen, kendini üstün görme hissinin hiçbir anlamı yok.  İnsanın hayatta en çok koruması gerekenin akıl sağlığı dedirtebilecek bir film. Delilik ve dâhilik arasında bulunan o ince çizgide, delilik tarafına doğru sürüklenen bir adamın hayatının nasıl bir anda döndüğünü anlatan, izleyiciyi ekran başına kitleyen, acaba nasıl bir son gelecek dedirten bir film “Akıl Oyunları”.

Halen izlemeyen kişiler varsa açık bir şekilde söyleyebilirim ki çok şey kaçırmışsınız. Beyazperde de gerçek bir kişinin hayatının konu alınıp bunu izleyici karşısına çıkarılmasının ayrı bir başarı göstergesi olduğunu düşünmemin üstüne ayriyeten film içerisindeki duyguların izleyiciye de hissettirilmesi mükemmel bir şey. Ron Howard’ın yönetmeniği yapmış olduğu, Jennifer Connelly, Paul Bettany, Josh Lucas ve özellikle (başrol) Russel Crowe’un oyunculuğunu yapmış olduğu tam bir başyapıt diyebileceğim bir film.

Aklınızın size oyun oynamasına izin vermeyin. Çünkü bazen fark ettiğinizde her şey için çok geç olabilir.

İyi seyirler,
MS

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder