22 Haziran 2014 Pazar

Hatalı Kodlanmış Makine: Devlet - Murathan Süer



Kendi elinizle yarattığınız veya kurduğunuz her hangi bir şeye bağlı oldunuz mu? Peki, insanlar kendi kurduğu bir şeye nasıl bağlı olsalardı neler düşünürdünüz? Farkında olmadan ya kendi kurduğunuz sisteme bağlandıysanız ve ondan kopamıyorsanız bu durumu fark ettiğinizde tepkiniz ne olurdu? Geçmişten günümüze kadar olan süreçte Hobbes’tan, Locke’den ya da J.J. Rousseau’dan ve hatta daha öncesinden beri teorileştirilmeye çalışılmış devlet sistemini insan eliyle kurulmuş olduğunu ve insanların sistem kontrolünü devlete kaptırmış olduğunu bilseydiniz nasıl bir karşılık verirdiniz? Bunu genelden özele indirgeyebildiğiniz gibi, özelden genele doğruda genelleştirebilirsiniz. En kaba olarak “Devlet-Büyük Şehir-Şehir-Halk-Topluluklar-Çevreniz-Yaşamınız” gibi bir indirgeme yapabildiğiniz gibi sıralamaya tersten de başlayabilirsiniz. 

Zaman içerisinde bu söylemler tartışılırken insanlar, kendileri devlet dediği yapıyı kurdu. Kendi kurdukları yapıdan yoksun yaşayamadıklarını kabul ettiler. Merkez dedikleri önce kendi büyük şehirlerini daha sonra çevrelerinde oluşabilecek merkeze yakın olmayan büyük şehirleri kurdular. Yine aynı şekilde kendi yarattıkları büyük şehirlerden yoksun da yaşayamadılar.  Peki, böyle bir sistem insan eliyle neden yaratılmak isteniyor? İnsan denilen varlık bunları daha güzel, daha güven içinde, daha mutlu yaşamak istediği için kendi eliyle yaratıyor. Sorular soruları doğuruyor. Şimdiki sorumuz bütün toplumun rızası alınarak mı böyle bir sistem kurulması isteniyor yoksa artı değer mala sahip olan kişi mi kendi çıkarlarını korumak için istediğini yaptırıyor halka karşı? Biliyorsunuz ki bir toplum da bir kişi çalışmıyor ve diğer bir kişi çalışıyor ve bir yerine iki birimlik mal üretiyorsa karşısındaki insana hayatını sürdürmesi için bir birimlik üretimini verip kendi altında kölesi yapabilir. Kölelik nerde kaldı diyenlere modernlik sadece sizin bizim gibi şehirde yaşayanlara bile uğramıyor bazen. Kırsal hayat dediğimiz yaşantı içerisinde kölelik hala varlığını sürdürürken; şehir hayatındaki bu varlık sadece adını değiştirmiş ve form bulmuş bir halde karşımıza çıkmaktadır. İstediğiniz adı verebilirsiniz siz bu şehir yaşamındaki köleliğe; ama bana göre modern kölelik. Kimisi işindeki patronuna köle, kimisi verilen emirlere köle, kimisi ise sevgilisinin buyruğu altındaki cümlelere… Konumuza geri dönecek olursam dediğim gibi böyle bir sistem kuruldu; ama dediklerimden sizde fark etmiş olmalısınız ki bunlar sadece belli bir zümreyi mutlu ediyor. Çünkü mutluluk, güven, huzur ve ekonomik olarak daha refaha ulaşacağını düşünen insan hala olduğu yerde sekiyor. Hatta şimdi kendi yarattığı devletin onu koruması için hayatından daha çok zamanı feda etmek zorunda kalıyor. Devlet bu gücünü kullanabilen tek varlık. Devlet kendi yaratıcılarına karşı güç kullanabilirken, yaratıcılar devletine karşı toplum sözleşmesi içindeki maddeler dışında muhalif olamaz. Afrika’da hala varlığını sürdüren ilkel kabileler ekonomik sıkıntı çekmeden sizden daha mutlu olabiliyor veya köydeki bir insan sizin şehirde olduğunuzdan daha özgür ve mutlu olabiliyor. Çünkü organik entelektüel, şehir entelektüeli veya spesifik entelektüel dediğimiz bir grup kendini aydın zanneden yazar grubu ya da insanların sürekli birbirleri arasında rakip olmasına sebep olacak şirketler grubu daha böylesine kabile veya kırsal kesime daha ulaşamamıştır. Sistem kurulmuş geri dönülemez bir süreç içerisinde insanoğlu. Böylesine insanlığın başına gelmiş kara delik gibi büyüyen sorunun kaynağı nedir? Hiç merak ettiniz mi? Sorunun ilk kaynağına gitmemiz gerekirse devletin kurulduğu ilk dönem olduğunu fark ederiz. Yetmez daha önce diyenler için ilk paranın icadında kendini buluyoruz. Fakat dile getirmeden duramayacağım paradan önce de sistem de bozulma vardı. Bir adım daha geriye gidecek olursak ilk artı değer malı üreten kişi sistemi bozmuş olduğunu fark etmekteyiz. Matrix kodu gibi düşünün. Karşınızda sizi mutlu etmek için programlanmış bir makine var; ama yanlışlıkla bir değeri hatalı girdiğiniz için sistem geri dönülemez bir kara deliğe dönüşmekte ve ne yazık ki geri dönüş yoktur.

 Herakleitos’un da dediği gibi ”aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.”. Çünkü ne sen eski sensin ne de nehir eski nehirdir. Kurmuş olduğumuz sistem, kodlama, yapı veya makine ne derseniz artık geri dönülemez bir yol içerisindedir. Yapıyı kafanızda kolay bir şekilde canlandırmak için size somut bir örnek vermek istiyorum. 10 liranız var kumar oynuyorsunuz. Ya kazanırsınız 20 liranız olur ya da kaybedersin 0 liranız olur o para tekrardan 10 olmaz. Aklınızda yeni sorular canlanabilir.  Sivri zekalı biriyseniz ve vermiş olduğum örneğe koşulsuz kabul ediyorsanız kafanızdaki sesleri tahmin edebiliyorum. Peki, kazandım ve 20 liram olduysa içerisinden 10 lira 10 lira diye paramı ikiye ayırabiliyorsam nerde aynı nehirde iki kez yıkanılmaz lafı diyenlere bu sözlerim “Sistem her zaman kazanır, optimistik düşündüğünüz için kafanızdaki ses sizin her zaman kazanacağını size empoze etmeye çalışır tâ ki siz kaybedene kadar. İnsanın yaratmış, kurmuş olduğu sistem her zaman onu kendisine karşı köle etmiş ve tüzel bir kişilik olarak büyümeye başlamıştır. O yüzden size tavsiyem realistik olun çünkü ilk seferde kazandığınız 20 lirayı katıyla alacak bir sistem vardır karşınızda.” Aynı nehirde iki kez yıkanacak insanlar bellidirler. İster o zümreye elit diyin, ister hırsız. Bu durum tamamen sizin yaratıcılığınıza bağlıdır. Aynı nehirde bir kez bir kez daha yıkanmaya çalışan insan: kendi hırslarında boğulan insanlar, hırsızlar, iş patronları ve siyasetçilerdir. Kendisi için en tehlikeli olan zümre kendi hırsı içinde boğulanlardır. Toplum için ise siyasetçilerdir. 

İhtiyaçları toplum içerisindeki çıkar grupları belirleyeceği gibi toplum kendi kendine de belirli bir seviyede ihtiyaç üretebilir. İhtiyaçlar sürekli olduğu ve arttıkları için insan ilerlemez fikri yanlıştır. Örnek olarak eskiden sigara insanlar için ihtiyaç değildi, günümüzde çoğu insan için ihtiyaç fikri tamamen yanlıştır. Çünkü sigara yine ihtiyaç değildir. İnsan bir şeye kendisini bağımlı yapmak istiyor. İnsanın doğasında bir şeye itaat etmek vardır; ama unutmamak gerekir ki yine insan isyan etme hissine, yapısına da sahiptir. İnsanlar bir şeye bağımlı olmak için, kendi ürettiği bir yapıya, bir malzemeye, bir mekanizmaya bağımlı olmak istediği için kendilerine ihtiyaç üretip onları kendisi için olmazsa olmaz durumuna sokar. Halbuki insanlar sonradan ihtiyaç olarak uydurup ürettiği bir malı da kullanmadan hayatlarını geçinebilirdi. Yeniden kabile-modern toplum örneğine gelecek olursam, insanlar mutlu olmak, özgür yaşamak, hayatlarını daha kolay geçirmek, daha az çalışmak, daha çok kazanmak, daha sağlıklı olmak için modern toplumu kurup büyük şehirlerde yaşamayı tercih etmişlerdi. Fakat görüldüğü üzere insanlar kabile yaşamında, ya da ilkel yaşamda artık ne derseniz daha mutlu, daha özgür, hayatlarını daha kolay zorluklar olmadan yaşıyor, daha az çalışıyor, daha gürbüz daha sağlıklı oluyor, daha çok kazanabiliyor ve hatta daha az sıkıntıları oluyor.  

Unutmamız gerek bir sistem içerisinde ekonomik ve siyasal faktörler girdiği zaman ne olursa olsun sistem bozulmaya muhtaçtır. Bu tarih aşırı dönemden günümüze kadar böyle olmuştur. İnsanlar, diğer insanlar üzerinde ekonomik olarak üstünlük sağlamaya çalıştıkça ya da söz sahibi olup genel irade gibi davranıp onları kontrol etmeye çalıştıkça sistem her zaman bozulmaya muhtaçtır. Bu yüzden insan yaratmış olduğu sistemin çatısı altında ne her zaman tam özgür olabilmiş ne de tam ekonomik bağımsızlığına ulaşmış durumdadır.  Demek istediğim bu sistem bozulması gerekli düşüncesi, olgusu yüzünden insanlar kendi kurdukları makineye bağımlı olup onsuz yaşayamayacağı düşüncesine kapılırlar. Örneğin kırsal kesimdeki bir insana büyük şehir göstersek o insan büyük şehirde yaşamasam da olur der; şehri yadırgayabilir ve hatta şehre kötü gözle bakabilir. Fakat yaşamak zorunda olacağını bilse alışmaya başlar ve sisteme ayak uydurabilir. Madalyonun bir yanı bunu gösterirken diğer tarafında ise büyük şehirde doğup büyüyen bir insan vardır. Peki, bu insanı kırsal hayata yerleştirmek zorunda kalsak ne olur? Tahmin edebileceğiniz üzere kırsaldan gelen insanın verdiği tepkileri verir; ama kırsaldaki insanın şehre ayak uydurduğu gibi şehirli insanda kırsala ayak uyduramaz. Şehirden gelen insan kırsal hayata yerleştirirsek kırsalda rahat rahat yaşayamaz, hep bir eksiklik hisseder. Çünkü artık o insan şehir olmadan yaşayamayacağı düşüncesine kapılır ve onsuz kendini bir hiçmiş gibi hisseder. Neden mi? çünkü kırsal hayatta büyük şehirde yaptığı hiç bir şeyi yapamayacağını düşünür. Halbuki betonarme yapılarda yaşayan insanlar kendilerini dört duvar aralarına sıkıştırıp kendi kurdukları sistemin kölesi olmuşken, kırsal hayattaki insan uçsuz bucaksız yerler içerisinde kendini büyükşehirde yaşayan insana göre daha özgür ve  mutlu hisseder.

Hayır kırsal hayatı övmüyorum. Ben insanın oluşturmuş olduğu bu sistemin, bu kara deliğin ulaşmadığı yerleri övüyorum. Günümüzde ne yazık ki siyasetin ne de ekonomik çıkarların dokunduğu bir yer yok. Lakin inanıyorum ki bir gün bu sistemi yıkan yine kendisi olacak. Sistemi yıkan yine sistem olacak ve kara delik bir gün kendini yutacak. Liberallerin de, sosyalistlerin de dediği amaçları aynı gidişleri farklı yol üzerinde olan özgürleşme bir gün gerçekleşecek. Sistem içerisinde iktidarın karşısında muhalefet yaratılması gerektiğinden sistem bu durumu rahat bir şekilde insanları piyon olarak kullanarak yaratmıştır. Bugün liberallerin iktidarlığını sürdürdüğü, yarın bir gün belki de sosyalistlerin özgürlük adı altında sistemi kendilerine empoze edeceği sistem sabit kalmaya değil, sürekli değişime muhtaçtır. 

Bir gün gelecektir ki insanlar gözlerindeki perdeyi kaldırdığı zaman birbirlerinden farklı olmadığını ve bu dünyaya aynı amaç için geldiklerini hatırladıkları zaman sistem kendiliğinden saf dışı kalacaktır. Her son beraberinde yeni bir başlangıç getirir ve bu siyasetsiz, ekonomisiz olan başlangıç bütün insanlık için mutluluk getirecektir.

MS

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder