Kendi elinizle yarattığınız
veya kurduğunuz her hangi bir şeye bağlı oldunuz mu? Peki, insanlar kendi
kurduğu bir şeye nasıl bağlı olsalardı neler düşünürdünüz? Farkında olmadan ya
kendi kurduğunuz sisteme bağlandıysanız ve ondan kopamıyorsanız bu durumu fark
ettiğinizde tepkiniz ne olurdu? Geçmişten günümüze kadar olan süreçte Hobbes’tan,
Locke’den ya da J.J. Rousseau’dan ve hatta daha öncesinden beri
teorileştirilmeye çalışılmış devlet sistemini insan eliyle kurulmuş olduğunu ve
insanların sistem kontrolünü devlete kaptırmış olduğunu bilseydiniz nasıl bir
karşılık verirdiniz? Bunu genelden özele indirgeyebildiğiniz gibi, özelden
genele doğruda genelleştirebilirsiniz. En kaba olarak “Devlet-Büyük Şehir-Şehir-Halk-Topluluklar-Çevreniz-Yaşamınız”
gibi bir indirgeme yapabildiğiniz gibi sıralamaya tersten de başlayabilirsiniz.
Zaman içerisinde bu
söylemler tartışılırken insanlar, kendileri devlet dediği yapıyı kurdu. Kendi
kurdukları yapıdan yoksun yaşayamadıklarını kabul ettiler. Merkez dedikleri
önce kendi büyük şehirlerini daha sonra çevrelerinde oluşabilecek merkeze yakın
olmayan büyük şehirleri kurdular. Yine aynı şekilde kendi yarattıkları büyük
şehirlerden yoksun da yaşayamadılar. Peki,
böyle bir sistem insan eliyle neden yaratılmak isteniyor? İnsan denilen varlık bunları
daha güzel, daha güven içinde, daha mutlu yaşamak istediği için kendi eliyle yaratıyor.
Sorular soruları doğuruyor. Şimdiki sorumuz bütün toplumun rızası alınarak mı
böyle bir sistem kurulması isteniyor yoksa artı değer mala sahip olan kişi mi kendi
çıkarlarını korumak için istediğini yaptırıyor halka karşı? Biliyorsunuz ki bir
toplum da bir kişi çalışmıyor ve diğer bir kişi çalışıyor ve bir yerine iki
birimlik mal üretiyorsa karşısındaki insana hayatını sürdürmesi için bir
birimlik üretimini verip kendi altında kölesi yapabilir. Kölelik nerde kaldı
diyenlere modernlik sadece sizin bizim gibi şehirde yaşayanlara bile uğramıyor
bazen. Kırsal hayat dediğimiz yaşantı içerisinde kölelik hala varlığını
sürdürürken; şehir hayatındaki bu varlık sadece adını değiştirmiş ve form
bulmuş bir halde karşımıza çıkmaktadır. İstediğiniz adı verebilirsiniz siz bu
şehir yaşamındaki köleliğe; ama bana göre modern kölelik. Kimisi işindeki
patronuna köle, kimisi verilen emirlere köle, kimisi ise sevgilisinin buyruğu
altındaki cümlelere… Konumuza geri dönecek olursam dediğim gibi böyle bir sistem
kuruldu; ama dediklerimden sizde fark etmiş olmalısınız ki bunlar sadece belli
bir zümreyi mutlu ediyor. Çünkü mutluluk, güven, huzur ve ekonomik olarak daha
refaha ulaşacağını düşünen insan hala olduğu yerde sekiyor. Hatta şimdi kendi
yarattığı devletin onu koruması için hayatından daha çok zamanı feda etmek
zorunda kalıyor. Devlet bu gücünü kullanabilen tek varlık. Devlet kendi
yaratıcılarına karşı güç kullanabilirken, yaratıcılar devletine karşı toplum
sözleşmesi içindeki maddeler dışında muhalif olamaz. Afrika’da hala varlığını
sürdüren ilkel kabileler ekonomik sıkıntı çekmeden sizden daha mutlu olabiliyor
veya köydeki bir insan sizin şehirde olduğunuzdan daha özgür ve mutlu olabiliyor.
Çünkü organik entelektüel, şehir entelektüeli veya spesifik entelektüel
dediğimiz bir grup kendini aydın zanneden yazar grubu ya da insanların sürekli
birbirleri arasında rakip olmasına sebep olacak şirketler grubu daha böylesine
kabile veya kırsal kesime daha ulaşamamıştır. Sistem kurulmuş geri dönülemez bir
süreç içerisinde insanoğlu. Böylesine insanlığın başına gelmiş kara delik gibi
büyüyen sorunun kaynağı nedir? Hiç merak ettiniz mi? Sorunun ilk kaynağına
gitmemiz gerekirse devletin kurulduğu ilk dönem olduğunu fark ederiz. Yetmez
daha önce diyenler için ilk paranın icadında kendini buluyoruz. Fakat dile
getirmeden duramayacağım paradan önce de sistem de bozulma vardı. Bir adım daha
geriye gidecek olursak ilk artı değer malı üreten kişi sistemi bozmuş olduğunu
fark etmekteyiz. Matrix kodu gibi düşünün. Karşınızda sizi mutlu etmek için
programlanmış bir makine var; ama yanlışlıkla bir değeri hatalı girdiğiniz için
sistem geri dönülemez bir kara deliğe dönüşmekte ve ne yazık ki geri dönüş
yoktur.
Herakleitos’un da dediği gibi ”aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.”. Çünkü
ne sen eski sensin ne de nehir eski nehirdir. Kurmuş olduğumuz sistem, kodlama,
yapı veya makine ne derseniz artık geri dönülemez bir yol içerisindedir. Yapıyı
kafanızda kolay bir şekilde canlandırmak için size somut bir örnek vermek
istiyorum. 10 liranız var kumar oynuyorsunuz. Ya kazanırsınız 20 liranız olur
ya da kaybedersin 0 liranız olur o para tekrardan 10 olmaz. Aklınızda yeni
sorular canlanabilir. Sivri zekalı
biriyseniz ve vermiş olduğum örneğe koşulsuz kabul ediyorsanız kafanızdaki sesleri
tahmin edebiliyorum. Peki, kazandım ve 20 liram olduysa içerisinden 10 lira 10
lira diye paramı ikiye ayırabiliyorsam nerde aynı nehirde iki kez yıkanılmaz
lafı diyenlere bu sözlerim “Sistem her zaman kazanır, optimistik düşündüğünüz
için kafanızdaki ses sizin her zaman kazanacağını size empoze etmeye çalışır tâ
ki siz kaybedene kadar. İnsanın yaratmış, kurmuş olduğu sistem her zaman onu
kendisine karşı köle etmiş ve tüzel bir kişilik olarak büyümeye başlamıştır. O
yüzden size tavsiyem realistik olun çünkü ilk seferde kazandığınız 20 lirayı
katıyla alacak bir sistem vardır karşınızda.” Aynı nehirde iki kez yıkanacak
insanlar bellidirler. İster o zümreye elit diyin, ister hırsız. Bu durum
tamamen sizin yaratıcılığınıza bağlıdır. Aynı nehirde bir kez bir kez daha
yıkanmaya çalışan insan: kendi hırslarında boğulan insanlar, hırsızlar, iş
patronları ve siyasetçilerdir. Kendisi için en tehlikeli olan zümre kendi hırsı
içinde boğulanlardır. Toplum için ise siyasetçilerdir.
İhtiyaçları toplum
içerisindeki çıkar grupları belirleyeceği gibi toplum kendi kendine de belirli bir
seviyede ihtiyaç üretebilir. İhtiyaçlar sürekli olduğu ve arttıkları için insan
ilerlemez fikri yanlıştır. Örnek olarak eskiden sigara insanlar için ihtiyaç değildi,
günümüzde çoğu insan için ihtiyaç fikri tamamen yanlıştır. Çünkü sigara yine
ihtiyaç değildir. İnsan bir şeye kendisini bağımlı yapmak istiyor. İnsanın
doğasında bir şeye itaat etmek vardır; ama unutmamak gerekir ki yine insan
isyan etme hissine, yapısına da sahiptir. İnsanlar bir şeye bağımlı olmak için,
kendi ürettiği bir yapıya, bir malzemeye, bir mekanizmaya bağımlı olmak
istediği için kendilerine ihtiyaç üretip onları kendisi için olmazsa olmaz durumuna
sokar. Halbuki insanlar sonradan ihtiyaç olarak uydurup ürettiği bir malı da kullanmadan
hayatlarını geçinebilirdi. Yeniden kabile-modern toplum örneğine gelecek
olursam, insanlar mutlu olmak, özgür yaşamak, hayatlarını daha kolay geçirmek, daha
az çalışmak, daha çok kazanmak, daha sağlıklı olmak için modern toplumu kurup
büyük şehirlerde yaşamayı tercih etmişlerdi. Fakat görüldüğü üzere insanlar
kabile yaşamında, ya da ilkel yaşamda artık ne derseniz daha mutlu, daha özgür,
hayatlarını daha kolay zorluklar olmadan yaşıyor, daha az çalışıyor, daha
gürbüz daha sağlıklı oluyor, daha çok kazanabiliyor ve hatta daha az sıkıntıları
oluyor.
Unutmamız gerek bir
sistem içerisinde ekonomik ve siyasal faktörler girdiği zaman ne olursa olsun
sistem bozulmaya muhtaçtır. Bu tarih aşırı dönemden günümüze kadar böyle
olmuştur. İnsanlar, diğer insanlar üzerinde ekonomik olarak üstünlük sağlamaya
çalıştıkça ya da söz sahibi olup genel irade gibi davranıp onları kontrol
etmeye çalıştıkça sistem her zaman bozulmaya muhtaçtır. Bu yüzden insan
yaratmış olduğu sistemin çatısı altında ne her zaman tam özgür olabilmiş ne de
tam ekonomik bağımsızlığına ulaşmış durumdadır. Demek istediğim bu sistem bozulması gerekli
düşüncesi, olgusu yüzünden insanlar kendi kurdukları makineye bağımlı olup
onsuz yaşayamayacağı düşüncesine kapılırlar. Örneğin kırsal kesimdeki bir
insana büyük şehir göstersek o insan büyük şehirde yaşamasam da olur der; şehri
yadırgayabilir ve hatta şehre kötü gözle bakabilir. Fakat yaşamak zorunda
olacağını bilse alışmaya başlar ve sisteme ayak uydurabilir. Madalyonun bir
yanı bunu gösterirken diğer tarafında ise büyük şehirde doğup büyüyen bir insan
vardır. Peki, bu insanı kırsal hayata yerleştirmek zorunda kalsak ne olur?
Tahmin edebileceğiniz üzere kırsaldan gelen insanın verdiği tepkileri verir;
ama kırsaldaki insanın şehre ayak uydurduğu gibi şehirli insanda kırsala ayak
uyduramaz. Şehirden gelen insan kırsal hayata yerleştirirsek kırsalda rahat
rahat yaşayamaz, hep bir eksiklik hisseder. Çünkü artık o insan şehir olmadan
yaşayamayacağı düşüncesine kapılır ve onsuz kendini bir hiçmiş gibi hisseder.
Neden mi? çünkü kırsal hayatta büyük şehirde yaptığı hiç bir şeyi
yapamayacağını düşünür. Halbuki betonarme yapılarda yaşayan insanlar
kendilerini dört duvar aralarına sıkıştırıp kendi kurdukları sistemin kölesi olmuşken,
kırsal hayattaki insan uçsuz bucaksız yerler içerisinde kendini büyükşehirde
yaşayan insana göre daha özgür ve mutlu
hisseder.
Hayır kırsal hayatı övmüyorum.
Ben insanın oluşturmuş olduğu bu sistemin, bu kara deliğin ulaşmadığı yerleri
övüyorum. Günümüzde ne yazık ki siyasetin ne de ekonomik çıkarların dokunduğu
bir yer yok. Lakin inanıyorum ki bir gün bu sistemi yıkan yine kendisi olacak.
Sistemi yıkan yine sistem olacak ve kara delik bir gün kendini yutacak. Liberallerin
de, sosyalistlerin de dediği amaçları aynı gidişleri farklı yol üzerinde olan
özgürleşme bir gün gerçekleşecek. Sistem içerisinde iktidarın karşısında muhalefet
yaratılması gerektiğinden sistem bu durumu rahat bir şekilde insanları piyon
olarak kullanarak yaratmıştır. Bugün liberallerin iktidarlığını sürdürdüğü,
yarın bir gün belki de sosyalistlerin özgürlük adı altında sistemi kendilerine
empoze edeceği sistem sabit kalmaya değil, sürekli değişime muhtaçtır.
Bir gün gelecektir ki insanlar
gözlerindeki perdeyi kaldırdığı zaman birbirlerinden farklı olmadığını ve bu
dünyaya aynı amaç için geldiklerini hatırladıkları zaman sistem kendiliğinden
saf dışı kalacaktır. Her son beraberinde yeni bir başlangıç getirir ve bu
siyasetsiz, ekonomisiz olan başlangıç bütün insanlık için mutluluk
getirecektir.
MS
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder