Yazıma başlamadan önce
belirtmek isterim ki ele almış olup sizin okuyacağınız bu yazım Georg Simmel’in
“Metropol ve Zihinsel Hayat” adlı
kitabında bulunan bir bölüme eleştiri niteliğinde bir değer taşımaktadır.
Simmel’in kitabında belirtmiş olduğu düşüncelerini gerektiği yerlerde
desteklemek veya da gerektiği yerlerde aksini söylemeye çalışıp size aktarmam
başlıca hedefim.
Georg Simmel’i birey
olarak incelediğimiz zaman muhafazakar bir insan olarak gözüken; ama
kitaplarında ya da makalelerinde liberal ideoloji ağırlıklı yayımlanmış yazılı
eserlerinin olması gözlerden kaçmamaktadır. “Metropol ve Zihinsel Hayat” adlı makalesinde de liberal
düşüncelerini okuyucuya yansıtmaya çalışmış ve bunda da yeterince başarılı
olmuş gibi görünmektedir.
“Metropol ve Zihinsel Hayat”’ kitabında benim ele alacağım konu
metropollerin insanlar üzerindeki olumsuz mental sorunlara sebep olmasına
rağmen yine de her şeyin çözümünün, ilacının yine sorunu yaratan, başlatan yer
olan metropollerde olacağı düşüncesi hakkında olacak.
Artı değer mal ile ortaya
çıkmış, sistemin bozulması ile insanların birbirlerine ekonomik olarak
hükmetmeye çalışmalarından kaynaklı, insan eliyle kendilerini kontrol etmek ve
onları sınırlayabilmek için kurulmuş topluma modern toplum denmeye başlanmış. Modern
toplumların en büyük, en gösterişli, en kalabalık hallerini ise metropoller
oluşturmuştur.
Simmel’de bu durumu “Metropol
daima para ekonomisinin yeri olmuştur.”1 sözü ile dile getirmiştir. Burada
Simmel’e katılmamak elde değil. Çünkü bütün yabancılaşmanın ekonomik
sebeplerden dolayı ortaya çıkması ve de büyük şehri büyük yapan özelliğin yine
baş aktör olan ekonomi olduğunu görünce insan şaşırmaması gerekmektedir.
Unutmamak gerekir ki bütün her şeyin başlangıcı ekonomik olarak
yabancılaşmadır. Metropollerde ise yabancılaşma durumu insanın ekonomik
doğasına yabancılaşmasının doğal doğasına yabancılaşmaya dönüşmesi olarak
gözlemlenmektedir.
İlkel toplumlarda
yabancılaşma başladıktan sonra düzeni sağlamak için devlet kurumu ortaya
çıkmaktadır. Kanunların, kralların, görevlerin, toplum içerisinde sınıfların
olduğu bir kurum oluşmaktadır. “Devletin ortaya çıkışı, sınıfların doğuşunu
belirler.”2 Devlet bir makine gibi bir forma bürünmektedir. Bu
makine içerisindeki insanlar canlı bir organizma gibi çalışmaktadırlar. İnsan
vücudunda bulunan birer hücre gibi olup hayatta kalabilmeleri için makine
içerisinde birbirlerine ihtiyaçları bulunmaktadır. İster bu insanları bir
makinenin içerisindeki çarklara benzetelim ister insan bedenindeki hücrelere
benzetelim hayatta kalıp görevlerini yerine getirebilmek için insanlar
birbirlerine bağlıdırlar.
Eğer görev yerinden bir
kişi çıksa veya o göreve atanan insan sisteme karşı geldiği zan itibari ile bu
insanlar tarafından oluşturulan makine işlemez, veya da işler olsa bile ileride
oluşabilecek bir sorunun nedeni olacaktır. İnsanlar modern toplumlarda onlara
atfedilen özgürlük, eşitlik veya da daha liberal düşünceler aslında hiç de
doğru değildir.
Çünkü insanların
özgürlükleri ellerinden alınmış ve onlara özgür oldukları kanısı aşınarak
insanları kendi ideolojik çerçeveleri etrafında toplamışlardır. İnsanlar bu
denli toplumlarda sistematik ve robot gibi çalışmakta ve hem kendi hayatlarını
hem de devletin hayatta kalmasına çalışmaktadırlar. Simmel kendi makalesinde
durumu “Özgürlük herkesin sahip olduğu o soylu tözün, doğanın bütün insanlara
verdiği ama toplumun ve tarihin bozduğu tözün ön plana çıkmasını sağlayacaktı.”3
cümlesiyle açıklamaktadır. Bu denli toplumlarda insanlar iki çeşit yorgunluk
tipi görülebilmektedir. Bunlardan birisi fiziksel yorgunluk, ikincisi ise
zihinsel yorgunluktur. Birinci yorgunluk türü doğal şartlar çerçevesinde
dinlenilerek geçerken; metropollerde en çok görünen yorgunluk çeşidi olan
zihinsel yorgunluğun tedavisinin hiç de kolay olmayacağı hatta sonuçlarını
ölümle bile sonuçlanabileceği gözlemlenebilmektedir. Ben bu konuda yazara
katılmamakla beraber yazarın “sorunu yaratanın da çözümünü insanlara verenin de
metropollerdir.” sözünü inandırıcı bulamıyorum. Çünkü insanların ölümüne sebep
olan bir metropolde, metropolün, çözüm
sunamayıp insanların hayatını kurtaramaması; çözümünün metropollerden
gelmediğini açıkça göstermektedir.
Uzmanlaşmış kişilerin
veya da toplum yararına çalışan insanların belli bir zaman içerisinde kendi
yaptıkları işten sıkılması ve yapmak istememesi gözlemlenebilmekte; ama hiç bir
şekilde bunu iç dünyalarından dış dünyaya vuramamaktadırlar. Çünkü bu sisteme
karşı bir hareket olur ve makine (metropol) işlevini sürdürebilmesi için hemen
çarklarını (çalışan insanlarını) değiştirebilir. Filmlerde çalışan bir insanın
tatile çıkmasını veya da öğle arasının olmadığını göze çarpmakta ve sanki
insanların köle gibi çalıştıkları izlenimine varmaktayız. Şehrin gücünü
arttırmak için sürekli çalışan insanların zihinsel yorgunluğunun ortaya çıkması
gayet normal bir şey olmaktadır.
Metropoller içerisindeki
zengin-fakir ayrımının olması toplumun çok da adil bir şekilde dağılmadığını ve
metropolün bütün insanlara aynı şekilde hizmet ve yardım sağlayamadığını gözler
önüne sermektedir. Eğer bütün olumlu şeyleri şehir sağlıyorsa bazı insanlar
diğer insanlardan neden üstün sorusu akıllara gelmektedir. Zenginler mental ve
fiziki olarak hayatlarını gayet güzel bir şekilde geçirmelerine rağmen, fakir
insanlar neden zenginlerin artıkları ile geçimlerini sağlamaya çalışmaktadır.
Sorun dönüp dolaşıp yine en başa artı mala değer sahip insanların yarattığı
otoriter üstünlüğe geliyor. En başta itibaren ekonomik olarak insanları
kendilerine köleleştiren insanların bir araya gelmesi ile şehrin insanları
kendine karşı köleleştirmesi arasında bağ olduğunu düşünmekteyim. Sistem öyle
oluşturulmuş ki insanlar birbirlerinden kopamaması ve bu durumdan da şikâyet
etmemeleri metropolü insan üzerinde büyük ve gösterişli yapan en büyük
özellikleri arasında sayılabilir.
Rousseau’nun “Toplum
Sözleşmesi” kitabında dediği gibi “İnsanlar özgür doğar, oysa her yerde
zincire vurulmuştur.”4 Rousseau’nun
da bireyler özgürdür; hayatlarını özgürce yaşamalıdır; dilediklerini yapmalı; hayattan
tek beklentileri bu temelin üzerine kurulmalıdır. Fakat insan hiçbir zaman bu
istediği temeli oturtamaz demektedir. Çünkü insan her yerde köleleştirilmiş;
birbirlerine zincirlerle bağlanmış; ve de birbirlerine bağlı bırakılmışlardır.
Toplum da insanların bireyselleşmesi, her bireyin eşitliği ve de bu eşitliğin
devletçe korunması ön plana çıkarılırken akıllarda sorulması gereken soru şu
olmalıdır: “Peki, herkes eşitse insanlar kendilerini diğerlerinden nasıl
ayıracak?” Bu sorusunun cevabı bana göre zeka, yetenek ve tabi ki paradır.
Cevat Özyurt kendi makalesinde “Kentli insan hızlı karar vermek durumunda
olduğu için kalbiyle değil zihniyle tepki verir.”5 sözlerini kullanarak metropollerde
insanları birbirinden ayıran özelliğin duygu değil akıl olduğunu vurgulamaya
çalışmıştır.
Bakış açımızı sabit
tutmayıp çok yönlü bakmaya çalışırsak yeni olgularında ortaya çıktığını
görebilmekteyiz. Örneğin durumlara sadece metropol insanının gözünden
incelemeye kalkarsak bazı şeyleri görmeyebiliriz. Ne demek mi istiyorum?
Demek istediğim şudur ki eğer bakış açımızı
metropollü bir insan yerine kırsal, eski veyahut da siz ne derseniz artık onun
bakış açısı ile bakarsak metropolün insanlar üzerinde güvensizlik duygusu
yarattığı, duygularla değil de mantıksal olarak hareket edilmesinin sonucu
olarak kalpsiz, duygusuz veya da insanlar arasındaki ilişkilerin çıkarlar
üzerine kurulmasından kaynaklı sıcak yerine insanlar birbirlerine soğukturlar
düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Simmel kaleme almış olduğu yazısında “İnsanların
metropol ortamında hissettiği “güvensizlik duygusu” onları daha temkinli yapar.
Bu temkinli kent insanı küçük kasabalılar tarafından “soğuk” ve “kalpsiz”
olarak görülür. Temkinlilik sadece kayıtsızlık değildir, “yakın bir temas
anında öfke ve kavgaya dönüşebilecek belli belirsiz bir nefret, karşılıklı
yabancılık ve tiksintidir.”6 sözleri ile durumu ele almış ve
insanların gözünde betimleme yapmaktadır.
Devam edecek olursak üstüne
üstlük kırsal kesimdeki çalışma saatleri daha azken, insanların birbirleri ile
ilişkileri daha aktifken, insanlar hayatlarından daha memnun gibi görünüyorken;
neden insanlar metropole eski yaşamlarından daha mutsuz olmak için, daha çok
çalışmak için, daha az dinlenebilmek için gelirler ki? Ben çözümün metropolde
olduğuna çok çalışmak için, daha az
dinlenebilmek için gelirler ki? Ben çözümün metropolde olduğuna inanmıyorum.
Böylesine büyük ve gösterişli şehirlere insanlar kendilerini gösterebilmek için
tek nedenleri meşhur olup bütün dünyaya açılabilmek. İnsanlar sadece zamanın
büyük şehirleri olan dünyaya açılan kapıları olan şehirleri seçmektedir. Yoksa
kimse bu sistemin içinde ezilmek istemez. Fakat, şunu da söylemeden
edemeyeceğim. Büyük şehirlere gelen insanlar bir daha eskiye dönüş yapamıyor ve
var olan durumlarından kopamamaktadır. Bu durum sosyolojik olarak ciddi bir
sorun teşrif etmekte ve günümüzde hala bu sorunun cevabı tam olarak
tanımlanamamaktadır.
Simmel’in makalesini
nasıl buldunuz diye bir soru yöneltmiş olduğunu varsayıma dayanarak şu cevabı
açık ve içten bir şekilde verebilirim. Simmel’de Karl Marx ‘Das Kapital’de
yaptığı hatayı yapmış bulunmaktadır. Her şeyi o kadar güzel açıklayıp,
insanların iç dünyalarına kadar inebilen bir yazar nasıl olur da çözümün yine
metropolde olabileceğini söyler. Kendi fikrimi söylemem gerekirse eğer,
insanlar metropolün büyüsünden nasıl kurtulabilir ve eski daha mutlu olan
hayatlarına geri dönüş yapar sorusuna tek bir kelime ile cevap verebilirim.
İmkansız. Çözüm yoktur. Çünkü dönüşüm bir kez başladıktan sonra kimse geriye
dönemez. Metropol büyüyen bir kara delik gibidir ve etrafındaki her şeyi
yutmaya başlar. Hatta kendi kurucusu, yaratıcısını bile. Metropol bir canavar
olmuştur ve insanların artık iki şansları vardır. Ya canavar ile yaşamaya
alışacaklar ya da kaçıp kendilerini kırsala geri atacaklar. Ama ikinci seçeneği
tercih edenler unutmamalıdırlar ki metropol bir kara delik, bir gün
bulundukları yeri de yutup kendisinin bir parçası yapabilir.
1 Simmel, Georg," Metropol ve Zihinsel Hayat," in
Georg Simmel, Bireysellik ve Kültür (İstanbul: Metis, 2009)
2
Clastres, Pierre. Devlete karşı toplum. (İstanbul: Ayrıntı, 2011.) S,159.
3 Simmel, Georg," Metropol ve Zihinsel Hayat," in Georg Simmel, Bireysellik ve
Kültür (İstanbul: Metis, 2009). S,329.
4
Rousseau, Jean-Jacques. Toplum Sözleşmesi. (İstanbul:Oda Yayınları,2010)
5 Özyurt,Cevat. Urban Life in The Sociology of Twentieth Century, http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c10s18/makale/c10s18m6.pdf, s.114.
6 Simmel, Georg," Metropol ve Zihinsel Hayat," in
Georg Simmel, Bireysellik ve Kültür (İstanbul: Metis, 2009).S, 417.
MS
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder