22 Haziran 2014 Pazar

Hatalı Kodlanmış Makine: Devlet - Murathan Süer



Kendi elinizle yarattığınız veya kurduğunuz her hangi bir şeye bağlı oldunuz mu? Peki, insanlar kendi kurduğu bir şeye nasıl bağlı olsalardı neler düşünürdünüz? Farkında olmadan ya kendi kurduğunuz sisteme bağlandıysanız ve ondan kopamıyorsanız bu durumu fark ettiğinizde tepkiniz ne olurdu? Geçmişten günümüze kadar olan süreçte Hobbes’tan, Locke’den ya da J.J. Rousseau’dan ve hatta daha öncesinden beri teorileştirilmeye çalışılmış devlet sistemini insan eliyle kurulmuş olduğunu ve insanların sistem kontrolünü devlete kaptırmış olduğunu bilseydiniz nasıl bir karşılık verirdiniz? Bunu genelden özele indirgeyebildiğiniz gibi, özelden genele doğruda genelleştirebilirsiniz. En kaba olarak “Devlet-Büyük Şehir-Şehir-Halk-Topluluklar-Çevreniz-Yaşamınız” gibi bir indirgeme yapabildiğiniz gibi sıralamaya tersten de başlayabilirsiniz. 

Zaman içerisinde bu söylemler tartışılırken insanlar, kendileri devlet dediği yapıyı kurdu. Kendi kurdukları yapıdan yoksun yaşayamadıklarını kabul ettiler. Merkez dedikleri önce kendi büyük şehirlerini daha sonra çevrelerinde oluşabilecek merkeze yakın olmayan büyük şehirleri kurdular. Yine aynı şekilde kendi yarattıkları büyük şehirlerden yoksun da yaşayamadılar.  Peki, böyle bir sistem insan eliyle neden yaratılmak isteniyor? İnsan denilen varlık bunları daha güzel, daha güven içinde, daha mutlu yaşamak istediği için kendi eliyle yaratıyor. Sorular soruları doğuruyor. Şimdiki sorumuz bütün toplumun rızası alınarak mı böyle bir sistem kurulması isteniyor yoksa artı değer mala sahip olan kişi mi kendi çıkarlarını korumak için istediğini yaptırıyor halka karşı? Biliyorsunuz ki bir toplum da bir kişi çalışmıyor ve diğer bir kişi çalışıyor ve bir yerine iki birimlik mal üretiyorsa karşısındaki insana hayatını sürdürmesi için bir birimlik üretimini verip kendi altında kölesi yapabilir. Kölelik nerde kaldı diyenlere modernlik sadece sizin bizim gibi şehirde yaşayanlara bile uğramıyor bazen. Kırsal hayat dediğimiz yaşantı içerisinde kölelik hala varlığını sürdürürken; şehir hayatındaki bu varlık sadece adını değiştirmiş ve form bulmuş bir halde karşımıza çıkmaktadır. İstediğiniz adı verebilirsiniz siz bu şehir yaşamındaki köleliğe; ama bana göre modern kölelik. Kimisi işindeki patronuna köle, kimisi verilen emirlere köle, kimisi ise sevgilisinin buyruğu altındaki cümlelere… Konumuza geri dönecek olursam dediğim gibi böyle bir sistem kuruldu; ama dediklerimden sizde fark etmiş olmalısınız ki bunlar sadece belli bir zümreyi mutlu ediyor. Çünkü mutluluk, güven, huzur ve ekonomik olarak daha refaha ulaşacağını düşünen insan hala olduğu yerde sekiyor. Hatta şimdi kendi yarattığı devletin onu koruması için hayatından daha çok zamanı feda etmek zorunda kalıyor. Devlet bu gücünü kullanabilen tek varlık. Devlet kendi yaratıcılarına karşı güç kullanabilirken, yaratıcılar devletine karşı toplum sözleşmesi içindeki maddeler dışında muhalif olamaz. Afrika’da hala varlığını sürdüren ilkel kabileler ekonomik sıkıntı çekmeden sizden daha mutlu olabiliyor veya köydeki bir insan sizin şehirde olduğunuzdan daha özgür ve mutlu olabiliyor. Çünkü organik entelektüel, şehir entelektüeli veya spesifik entelektüel dediğimiz bir grup kendini aydın zanneden yazar grubu ya da insanların sürekli birbirleri arasında rakip olmasına sebep olacak şirketler grubu daha böylesine kabile veya kırsal kesime daha ulaşamamıştır. Sistem kurulmuş geri dönülemez bir süreç içerisinde insanoğlu. Böylesine insanlığın başına gelmiş kara delik gibi büyüyen sorunun kaynağı nedir? Hiç merak ettiniz mi? Sorunun ilk kaynağına gitmemiz gerekirse devletin kurulduğu ilk dönem olduğunu fark ederiz. Yetmez daha önce diyenler için ilk paranın icadında kendini buluyoruz. Fakat dile getirmeden duramayacağım paradan önce de sistem de bozulma vardı. Bir adım daha geriye gidecek olursak ilk artı değer malı üreten kişi sistemi bozmuş olduğunu fark etmekteyiz. Matrix kodu gibi düşünün. Karşınızda sizi mutlu etmek için programlanmış bir makine var; ama yanlışlıkla bir değeri hatalı girdiğiniz için sistem geri dönülemez bir kara deliğe dönüşmekte ve ne yazık ki geri dönüş yoktur.

 Herakleitos’un da dediği gibi ”aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.”. Çünkü ne sen eski sensin ne de nehir eski nehirdir. Kurmuş olduğumuz sistem, kodlama, yapı veya makine ne derseniz artık geri dönülemez bir yol içerisindedir. Yapıyı kafanızda kolay bir şekilde canlandırmak için size somut bir örnek vermek istiyorum. 10 liranız var kumar oynuyorsunuz. Ya kazanırsınız 20 liranız olur ya da kaybedersin 0 liranız olur o para tekrardan 10 olmaz. Aklınızda yeni sorular canlanabilir.  Sivri zekalı biriyseniz ve vermiş olduğum örneğe koşulsuz kabul ediyorsanız kafanızdaki sesleri tahmin edebiliyorum. Peki, kazandım ve 20 liram olduysa içerisinden 10 lira 10 lira diye paramı ikiye ayırabiliyorsam nerde aynı nehirde iki kez yıkanılmaz lafı diyenlere bu sözlerim “Sistem her zaman kazanır, optimistik düşündüğünüz için kafanızdaki ses sizin her zaman kazanacağını size empoze etmeye çalışır tâ ki siz kaybedene kadar. İnsanın yaratmış, kurmuş olduğu sistem her zaman onu kendisine karşı köle etmiş ve tüzel bir kişilik olarak büyümeye başlamıştır. O yüzden size tavsiyem realistik olun çünkü ilk seferde kazandığınız 20 lirayı katıyla alacak bir sistem vardır karşınızda.” Aynı nehirde iki kez yıkanacak insanlar bellidirler. İster o zümreye elit diyin, ister hırsız. Bu durum tamamen sizin yaratıcılığınıza bağlıdır. Aynı nehirde bir kez bir kez daha yıkanmaya çalışan insan: kendi hırslarında boğulan insanlar, hırsızlar, iş patronları ve siyasetçilerdir. Kendisi için en tehlikeli olan zümre kendi hırsı içinde boğulanlardır. Toplum için ise siyasetçilerdir. 

İhtiyaçları toplum içerisindeki çıkar grupları belirleyeceği gibi toplum kendi kendine de belirli bir seviyede ihtiyaç üretebilir. İhtiyaçlar sürekli olduğu ve arttıkları için insan ilerlemez fikri yanlıştır. Örnek olarak eskiden sigara insanlar için ihtiyaç değildi, günümüzde çoğu insan için ihtiyaç fikri tamamen yanlıştır. Çünkü sigara yine ihtiyaç değildir. İnsan bir şeye kendisini bağımlı yapmak istiyor. İnsanın doğasında bir şeye itaat etmek vardır; ama unutmamak gerekir ki yine insan isyan etme hissine, yapısına da sahiptir. İnsanlar bir şeye bağımlı olmak için, kendi ürettiği bir yapıya, bir malzemeye, bir mekanizmaya bağımlı olmak istediği için kendilerine ihtiyaç üretip onları kendisi için olmazsa olmaz durumuna sokar. Halbuki insanlar sonradan ihtiyaç olarak uydurup ürettiği bir malı da kullanmadan hayatlarını geçinebilirdi. Yeniden kabile-modern toplum örneğine gelecek olursam, insanlar mutlu olmak, özgür yaşamak, hayatlarını daha kolay geçirmek, daha az çalışmak, daha çok kazanmak, daha sağlıklı olmak için modern toplumu kurup büyük şehirlerde yaşamayı tercih etmişlerdi. Fakat görüldüğü üzere insanlar kabile yaşamında, ya da ilkel yaşamda artık ne derseniz daha mutlu, daha özgür, hayatlarını daha kolay zorluklar olmadan yaşıyor, daha az çalışıyor, daha gürbüz daha sağlıklı oluyor, daha çok kazanabiliyor ve hatta daha az sıkıntıları oluyor.  

Unutmamız gerek bir sistem içerisinde ekonomik ve siyasal faktörler girdiği zaman ne olursa olsun sistem bozulmaya muhtaçtır. Bu tarih aşırı dönemden günümüze kadar böyle olmuştur. İnsanlar, diğer insanlar üzerinde ekonomik olarak üstünlük sağlamaya çalıştıkça ya da söz sahibi olup genel irade gibi davranıp onları kontrol etmeye çalıştıkça sistem her zaman bozulmaya muhtaçtır. Bu yüzden insan yaratmış olduğu sistemin çatısı altında ne her zaman tam özgür olabilmiş ne de tam ekonomik bağımsızlığına ulaşmış durumdadır.  Demek istediğim bu sistem bozulması gerekli düşüncesi, olgusu yüzünden insanlar kendi kurdukları makineye bağımlı olup onsuz yaşayamayacağı düşüncesine kapılırlar. Örneğin kırsal kesimdeki bir insana büyük şehir göstersek o insan büyük şehirde yaşamasam da olur der; şehri yadırgayabilir ve hatta şehre kötü gözle bakabilir. Fakat yaşamak zorunda olacağını bilse alışmaya başlar ve sisteme ayak uydurabilir. Madalyonun bir yanı bunu gösterirken diğer tarafında ise büyük şehirde doğup büyüyen bir insan vardır. Peki, bu insanı kırsal hayata yerleştirmek zorunda kalsak ne olur? Tahmin edebileceğiniz üzere kırsaldan gelen insanın verdiği tepkileri verir; ama kırsaldaki insanın şehre ayak uydurduğu gibi şehirli insanda kırsala ayak uyduramaz. Şehirden gelen insan kırsal hayata yerleştirirsek kırsalda rahat rahat yaşayamaz, hep bir eksiklik hisseder. Çünkü artık o insan şehir olmadan yaşayamayacağı düşüncesine kapılır ve onsuz kendini bir hiçmiş gibi hisseder. Neden mi? çünkü kırsal hayatta büyük şehirde yaptığı hiç bir şeyi yapamayacağını düşünür. Halbuki betonarme yapılarda yaşayan insanlar kendilerini dört duvar aralarına sıkıştırıp kendi kurdukları sistemin kölesi olmuşken, kırsal hayattaki insan uçsuz bucaksız yerler içerisinde kendini büyükşehirde yaşayan insana göre daha özgür ve  mutlu hisseder.

Hayır kırsal hayatı övmüyorum. Ben insanın oluşturmuş olduğu bu sistemin, bu kara deliğin ulaşmadığı yerleri övüyorum. Günümüzde ne yazık ki siyasetin ne de ekonomik çıkarların dokunduğu bir yer yok. Lakin inanıyorum ki bir gün bu sistemi yıkan yine kendisi olacak. Sistemi yıkan yine sistem olacak ve kara delik bir gün kendini yutacak. Liberallerin de, sosyalistlerin de dediği amaçları aynı gidişleri farklı yol üzerinde olan özgürleşme bir gün gerçekleşecek. Sistem içerisinde iktidarın karşısında muhalefet yaratılması gerektiğinden sistem bu durumu rahat bir şekilde insanları piyon olarak kullanarak yaratmıştır. Bugün liberallerin iktidarlığını sürdürdüğü, yarın bir gün belki de sosyalistlerin özgürlük adı altında sistemi kendilerine empoze edeceği sistem sabit kalmaya değil, sürekli değişime muhtaçtır. 

Bir gün gelecektir ki insanlar gözlerindeki perdeyi kaldırdığı zaman birbirlerinden farklı olmadığını ve bu dünyaya aynı amaç için geldiklerini hatırladıkları zaman sistem kendiliğinden saf dışı kalacaktır. Her son beraberinde yeni bir başlangıç getirir ve bu siyasetsiz, ekonomisiz olan başlangıç bütün insanlık için mutluluk getirecektir.

MS

21 Haziran 2014 Cumartesi

ANKARA’NIN TRAFİĞİNE ÇÖZÜM - Murathan Süer




 ANKARA'NIN TRAFİĞİ
          
Ankara denilince akıllarda neler uyanır? Çoğu insana böyle bir soru sorulduğunda karşılık olarak verilen cevaplar aynıdır: başkent olduğu, anıtları, abideleri, kimisine göre denizi olmayan bir şehir. Böyle bir soru karşısında herkesin pozitif şekilde soruyu anlayarak cevap vermesi insanların iyimser olduğunun bir göstergesi olsa da insanlar her gün sokakta, kendi yaşamlarında rastladıkları sorunları dile getirmekten çekinmektedirler. Bugün burada kaleme alacağım konu Ankara’nın bitmez tükenmez trafik sorununa karşın çözüm önerileri ile ilgili olacaktır. Günümüzde insanlar her ne kadar farkına varmasa da böyle bir sorunun olduğunu, geçen her gün daha da kötüye giden bir durum söz konusu olmaktadır ve şu an bu soruna çözüm bulunamazsa ileride kesinlikle çözüm bulunamayacak ve işler daha da sarpa saracaktır.

Yağmur sonrası köprü altı
Benim aklımdaki bir soru böyle bir şehir nasıl başkent olarak seçilmiş ve cumhuriyet tarihi boyunca akıllarda yüceltilmeye çalışılmıştır. Başkent demeye bin şahit isteyen böyle bir yer, böylesine çorak, kurak, yeşilliğin az bulunduğu, insanların standart olarak hayatlarını geçirdiği, rutin akış dışına kolay kolay çıkamadığı, her hangi bir yağmurda her yeri sel bastığı  bir yer olan Ankara nasıl olur da başkent seçilmiş aklımda hala bir soru.



Olmayan alt yapının aciz kaldığı an
Cumhuriyet ilanından günümüze kadar olan süreç içerisinde baştan sona hatalar üzerine dizayn edilmiş bir başkent görmekteyiz. Özellikle de son 20 yıl içerisinde her ne kadar başarılı trafiği rahatlatacak proje yapılmış desek de(bunlar köprü oluyor) bir çok gereksiz, işe yaramayan ve insanlara anlamsız gelecek proje yapılmıştır. Sonuç olarak diyebiliriz ki başkentte istikrarlı bir şekilde hata yapılmaya devam edinilmektedir.


Konumuza geri dönecek olursam benim ele alacağım konu Ankara’nın trafiği ile ilgili olacak. Her ne kadar motorlu trafik çerçevesi adı altında durumu çözmek için önerilerde bulunacak olsam da dosya trafiği de Ankara’nın trafik sorunları adı altında incelenebilir. Öncelikle Ankara’da neden bu kadar trafik var sorusuna cevap olarak fazla araba sayısı, yol kenarlarına park edilen araçlar, alternatif yol akışının bulunmaması, gereğinden fazla her yerde trafik lambasının bulunması, şehir merkezlerinde büyük alış-veriş merkezlerinin bulunması, , herkesin haddinden fazla sahip olduğu araba sayısı, devlet kurumlarının şehre serpiştirilmesi gibi durumlar sunulabilir. Araç trafiği olarak bu durumlar ele alınırken dosya trafiği olarak da kurumlar arasındaki uzaklığın fazla olması, gereksiz prosedürlerden geçme durumunda kalması veya da dosya aktarılırken ki insandan kaynaklı yavaşlık işlerin akmasına ve yavaşlamasına neden olmaktadır.

Benim burada ele alacağım durumlar bu saydığım konuları bir nebze olsun çözüm getirebilmek ve şehre uygulatabilmek. Hepsinin hesabı yapılmış ve mantık çerçevesi etrafında geliştirdiğim bu fikirler insanların çıkarlarına ters düşmüşse uygulanabilir ve şehir bir nebze olsun trafik yönü açısından uygulanabilir. Açık bir şekilde beyan etmek isterim ki çözüm olarak getireceğim projeleri ilk olarak gelişmekte, büyümekte olan bir şehir için tasarlamış bulunmaktaydım; ama bu durumu Ankara’nın daha gelişmemiş yerlerine uygulamanın da uygun olacağını düşündüğümden pilot bölge olarak başkenti seçmiş bulunmaktayım.

Çözüm önerilerimi madde madde açıklamalı olarak okuyucuma sunmaktan hoşnut olurum. Ayrıca bir gün gelirde projelerimden her hangi birini şehir üzerinde uygulandığını görürsem bundan gerçekten gurur ve onur duyacağımı baştan sizlere söylemeliyim. 

- Her bölgeye trafik lambaları koymak yerine, yaya alt geçidi veya yaya üst geçidi yapılması trafiğin akışının durmasını engeller. O yüzden her yere trafik lambası koymak yerine daha sistemli ve planlı bir şekilde insanların hayatlarına mal olmayacak şekilde hareket edilmesi taraftarıyım. Eğer motorlu araçlar için böyle bir durum söz konusuysa, örnek olarak Batı'dan Doğu'ya giden araç istikametini yerin altına alıp Kuzey'den Güney istikamete giden araçları da hiç bir etkiye tabi tutmadan yerin üstünden trafik olacak bir durum yaratmadan hatlarını çizebiliriz.

-Bisiklet yolu yapılması, insanların hem sağlıklı kalmasını hem doğayı korumasına katkıda bulunurken hem de trafik kaosunun bir nebze önünü alacağını düşünmekteyim. Dünyanın bir çok yerinde uygulanan bu proje Ankara’nın trafik sorununu çözebileceğine inanmaktayım. İnsanlar kısa mesafeli yerler için araç kullanmak yerine bisikleti tercih edeceği düşüncesi hem maddi hem manevi insanlara yararlı olacaktır. Hem benzin parası vermeyip maddi olarak rahatlayacak insanlar hem de manevi olarak trafik stresi çekmeyeceğinden hızlı bir şekilde gidecekleri yere varacaklardır. Geçenlerde Kayseri’de bulunduğum vakit gördüğüm çok güzel bir şeyi sizle paylaşmak istiyorum. Her yerde belediyenin bulundurmuş olduğu bisikletler var. Herkes belediyeden temin etmiş olduğu bireysel kart ile (bizim hiçbir işe yaramayan Ankara Kartın Kayseri Kart verisiyonu) bisikleti kilitli olduğu yerden çıkarmakta ve dilediğince kullanmaktadırlar. Bisikletle işi biten insan bisikleti tekrardan aynı yere bırakmak zorunda değildir. Şehirde her hangi bir yerinde bulunan bisiklet istasyonlarına başka bir yerden temin ettikleri bisikleti tekrar kartları ile bırakmaktadırlar.  Bisikleti bıraktıkları zaman elektronik tabeladan bisikletin ne kadar zaman kullanıldığı görülmekte ve ücreti otomatik olarak karttan çekilmektedir. Bisiklet yolu her ne kadar bulunmasa da Kayseri’de böyle bir bisiklet istasyonu olması dikkatimi çekmiş ve gerçekten hoşuma gitmiştir. Aynı şekilde Ankara için de bisiklet istasyonları kurulup bisiklet yolları ile halkın istedikleri yerlere gitmesinde yardımcı olacak projemin uygulanmasını görmek bana mutluluk verecektir. Umarım Ankara için bisiklet istasyonları ve bisiklet yolları en kısa zamanda hayata geçirilmiş olur. 

- Otomobil ulaşımının sıklığını azaltmak için kimi yerlerde yerin altından, kimi yerlerde yerin üstünden, kimi yerlerde ise hem yerin altından hem de yerin üstünden tren seferleri yapılmalıdır. Bu nebzede insanlar hem gidecekleri yere hızlı giderler hem de karmaşanın olmaması yoğunluğun birikmemesi için insanların bazıları yerin altından metro ile yolculuk etmeyi tercih edecekken bazıları ise yerin üstünden yolculuk etmeyi tercih ederek gidecekleri yerlere daha hızlı ulaşabilirler. Şöyle bir soru gelebilir: Peki insanlar yerin altındaki veya üstündeki insan yoğunluğunu nerden bilecek? Bunun cevabını ise açık bir şekilde teknoloji sayesinde demek olacaktır. Benim kafamdaki proje elektronik sayım yapacak olan bir turnike projesi aslına bakılırsa. Turnikelerden geçen insan sayısı kadar turnikelerin üzerindeki tabelaya insan yoğunluğunun, sayısının yansıtılacağı bir proje. Sırayla anlatmak gerekirse öncelik olarak hem yer altındaki trene hem de yer üstündeki trene giriş bölümü veya kapısı siz nasıl adlandırırsanız artık aynı yerden olacak. İnsanlar ulaşımlarını hızlı sağlamak için bu ulaşım yolunu seçtikten sonra turnikelerin önüne kadar gelecek. Örnek vermek gerekirse 5 tane turnike yerin altındaki trene açılırken 5 tane turnikede yerin üstündeki trene doğru yön gösteriyor olacak. İnsanlar duvarda asılı olan yoğunluğu gösteren tabelaya baktıktan sonra yoğunluğun az olduğu yeri tercih ederek kullanmak istedikleri turnikeden geçecekler. Bu fikre göre hem insanların sürekli bir araya toplanmasını engellemiş oluruz hem de hızlı bir şekilde insanlar şehir içinde trafik sorununa maruz kalmadan gidecekleri yerlere giderler. Sayaç nasıl ilerliyor diye devam edecek olursam her tren geldikten sonra sayaç sıfırlanarak tekrardan sıfırdan başlayarak turnikeden insanları saymaya başlayacak ve her şekilde yoğunluk doğru olarak hesaplanabilecek. Kurduğum projede insan faktörü üzerinden hesaplama yaptığım için yanılma payını da belirtmek zorundayım. Farz edelim ki tren geldi bazı insanlar binmedi. Bunun sonucu olarak makinedeki yoğunluk oranı yeni yolcular için yanlış belirlenmiş olacak . Bunun çözümü olarak da bir hafta veya daha uzun bir süre (bu durum projeyi gerçekleştirecek makam tarafından belirlenebilir.) kaç kişinin böyle tren gelip de binmediği hesaplanarak yanılma payı çıkartılabilir. Bunun sonucu olarak da yoğunluk tabelası üzerinde örnek olarak +10, -10 gibi not düşülerek yoğunluk üzerindeki yanılma payı da yeni gelip de turnikesini seçecek yolcular için gösterilebilir.

- Başta bu projelerimin Ankara için tasarlamadığımı söylemiştim. Örnek olarak gösterebileceğim bir proje. Eğer denize kıyısı olan bir büyük şehir ise deniz yolu kullanarak ulaşım için vapurlar kullanılabilir ve insanları vapur ile yolculuğa teşvik etmek veya ulaşımını daha da kolaylaştırmak için deniz seferleri yapan bölgelere tramvay hattı veya da teleferik hattı ile havadan destek sağlanmalıdır.

- Trafik yoğunluğuna sebep olup trafiği kitlemesine sebep olabilecek kurum ve kuruluşlar şehrin merkezlerine kurulmasından çok şehre yayılmasının şehir içerisinde ki trafik yoğunluğunu düşüreceği kanısındayım. Örnek olarak şehrin merkezine kurulmuş bir AVM veya da yoğun olarak sürekli gelinip gidilen bir şirketin trafiği kitlemesi kaçınılmaz bir durum değildir. Bu trafik sorunu bireylere hem manevi olarak zarar verecek olması bir yana kazaların kaçınılmaz olmasından kaynaklı bireylere maddi olarak da zarar verecektir. Bu yüzden dolayı böylesine yoğunluğun çok olabileceği kurumları şehrin merkezinden çok şehre çok da uzak olmamak şartıyla yaymak trafik sorununa engel olabileceğini düşünüyorum. İlerleyen maddeler içerisinde devlet kurumlarını şehrin çevresine yaymak yerine şehrin merkezine toplu bir şekilde getirmeye çalışma projem bu madde ile çelişmesini engellemek ve yanlış anlaşılmaması için kendimde söyleme gereğinde bulunduğum bir durum vardır. Bu maddede her hangi bir şirketin veya alışveriş merkezlerinin şehrin içinde olmasının sakıncası olduğu kanısındayım. Zaten neredeyse tüm insanların AVM’lere tıkıldığı bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlar dışarıda hayat olduğunu unuttu. Bir nebze de olsa dışarıda yaşadıkları hayatları unutmalarına rağmen bu AVM’ler yüzünden yarattıkları trafik sorununu engellemek için öne sürdüğüm bir projedir. Böyle kurum veya kuruluşları şehrin çevresine yayma düşüncesi.

- Trafikte kusurlu olan veya da kanunen suç olarak yapılmış ağır bir ceza karşısında insanlar affedilmemeli, düşük bir ücret ile cezalandırılmamalıdır. Ağır bir suçun karşısında, caydırıcılığı olmayan bir ceza verilmesi bireyin trafik içerisinde nasıl olsa bir şey olmuyor demesine sebep olacak ve trafik sorununu yeniden gözler önüne getirmek için açık bir sebep olacaktır. Bu yüzden benim fikrim trafikteki bir suç işleyerek trafiğin akışını bozmak, trafikte terör estirmek veya da trafik seyrini yerinden oynatacak her hangi bir suç karşısında en ağır ceza verilmeli, affedilmemeli ve cezalar caydırıcı olmalı ki bir daha insanlar böyle bir şey yapmayıp trafik kaosunu sebep olmasın.

- Kısa mesafeli(bir semt veya bölge içerisinde olabilir) veya da şehir içerisindeki ulaşım merkezlerine kadar(tren veya otobüs kalkış merkezleri olabilir) havadan teleferik kurulabilir. İnsanlar bu projeyi kullanarak hem hızlı bir şekilde gidecekleri yere gidebilir ya da dediğim gibi ulaşım merkezlerine ulaşarak yolculuklarını gerçekleştirebilirler.

- Hem trenlere hem otobüslere hem de vapurlara GPRS sistemi uygulanarak ulaşım araçlarının nerede olduğunu, ne zaman nereye gideceğini, hangi durakta saat kaçta olacağını insanlara şehir içerisindeki elektronik tabelalarda yansıtarak göstermek insanların gideceği yerlere daha güvenli ve daha hızlı bir şekilde trafik sorunu yaratmadan gitmesine olanak sağlayacaktır. Aklınızda belki şu soru gelmiş olabilir adam evinden bunları öğrenemez mi? Cevabım öğrenebilir. Günümüzdeki hayatımızda olmazsa olmaz diyebileceğimiz elektronik aletler ve özellikle de internet sayesinde bilgisayarlardan bu bilgiler öğrenilebileceği gibi telefonlara indirilen uygulamalarla da insanlar bulundukları her yerden istediği ulaşım aracının nerede olduğunu, ne zaman geleceğini ve kaç dakikada nerede olabileceğini bilebilir.

- Ağır yük taşıyan araçların yavaş hareket etmeleri üzerine trafiği yavaşlatmalarını engellemek için şehrin içine belli bir saat aralığında girişleri yasaklanmalıdır. Bu sayede araçların hızı kesilmeyecek ve hızlı bir şekilde ulaşımlarını sağlayacaklardır. Ayrıca trafiği yavaşlatan araçlar şehir içerisinde yasaklanan saatler içerisinde olamayacağından dolayı biraz olsun hızlı gidebilmek için çevreden, ufak da olsa bir delikten kaçmaya çalışan araçların kaza yapma olasılığını da engellemiş bulunabiliriz. Hem ağır yüklü araç yok hem kaza yok. Sonuç hızlı ulaşım.

- Şehrin belli saatlerinde yoğunluğun çok olduğu saatlerde okul servisi gibi araçların kullanılması yasaklanması gerekmektedir. Bu durumu örnek ile açıklamam gerekirse şöyle diyebilirim. Bir okulda en az 25 tane servis olduğunu düşünelim ki Ankara’da binlerce okul var. 10 tane okul birbirlerine yakın çevrede bulunan 10 okuldan aynı yere giden toplam 50 tane servisin ( her okuldan 5 servis) olduğunu düşünelim. Hepsi mecbur olarak aynı anda okullarından çıkış yapacağından ve aynı yere gideceğinden dolayı şehirde bir anda uzun ve yolda yeterince yer kaplayan, trafiği kitleyecek 50 tane yeni araç bir anda aktif olarak trafiğe çıkmış olacaklardır. Böyle bir durumun söz konusu olmaması için yoğunluğun çok olduğu saatlerde veya yerlerde böylesine özel görevi olan araçların şehirdeki trafik akışını engelleyecek veya seyrini bozacak yerlere girmesi yasaklanmalıdır. Bu da diğer bir alternatif olarak ele alınabilir.

- Yerin altına otopark yapılması gerekmektedir. Sokak veya cadde kenarlarına araç park edilmesi yasak edilmesi gerekmekte ve trafiğin yavaşlamasına sebep olacak hiçbir hareket yapılmaması gerekmektedir. İnsanlar araçlarını trafiğin akışını engellemeyecek şekilde belirli bir güzergah içerisinde yerin altına girerek araçlarını park edecek ve hayatlarını sürdüreceklerdir. Bu hem araç sahipleri için hem diğer insanlar için olumlu bir yapı olarak sergilenecektir. Ayrıca şehre dışarıdan gelen bir insan veya da şehir içerisinde yaşayan insanlar içinde dışarıda çok katlı bir otopark görülmemesi göz zevki açısından gayet pozitif bir yaklaşım olacağını düşünmekteyim. Kapitalizmden uzak tamamen sosyal-devlet çerçevesi altında yapılması gereken bu yapı insanlara hizmet vermekten öteye gitmemelidir. Açık bir şekilde demek gerekirse devlet böyle bir hizmet karşılığında hiçbir ücret almamalıdır.

- Mimari eserlerin var olduğu veya önemli tarihi binaların var olduğu yerlerde yer üstünden trafiği geçirip hayatı ve yapıları etkilememek için araç yolunu yerin altından geçirerek insanlara transit bir geçiş sağlanabilir. Bu durum hem insanların istedikleri yerlere gitmelerini daha hızlı bir şekilde olanak sağlarken hem de tarihi, önemli, insanların göz zevkine hitap eden binaların daha çok ayakta kalmaları, eskimemelerini sağlar; ve trafik yoğunluğundan ve koşuşturma yüzünden gözden kaçan yapıların tekrardan hatırlanarak incelenmesine olanak sağlar.

- Şehirde bulunan birbiri ile bağımlı binalar (bunlar şehre yayılmış olan devlet kurumları) insanların ömürlerinden zaman çalmamak için tekrardan bir araya getirilebilir. Bu durum insanların her gün bir noktadan bir noktaya koşturmasını engellemek için tamamen mantıklı bir girişim olacağını düşünmekteyim. Bu durum zaman içerisinde yapılabilir; ama eğer birilerinin ihale çıkarlarına ters düşüyorsa veya da ne gereği var diyerek bütün binalar kalsın kaldığı yerde diye insanlar kendi aralarında konuşuyorlarsa onlara nato mermer nato kafa demekten başka hiçbir şey diyemiyorum bu yazımda. Bir kısmı Ulus tarafında, bir kısmı Opera’da, bir kısmı Kızılay’da, bir kısmı Eskişehir yolu üzerinde, bir kısmı Bilkent’te, bir kısmı Havalimanı yolunda… serpiştirilmiş bu binalar neden bir araya getirmesin. Yeni duyduğum projeye göre (kimin fikriyse artık!) bakanlıkların hepsini Eskişehir yolu üzerine sırayla yan yana atma düşüncesi. Böylesine saçma ve (…!) bir proje olamaz. Şehrin merkezinden olabildiğince uzak, insanların ulaşması için gereğince zor, ve insanların ömürlerinden her gün zaman ve para çalmak için düşünülmüş bir proje olarak gördüğüm bu fikir, insanların hayatlarındaki işleri kolaylaştırması için değil de daha da zorlaştırmak ve insanların hayatlarını daha çekilmez bir hale getirmek için tasarlanmış olarak hissetmekteyim. Benim projeme göre bu binalar şehrin merkezine tekrardan bir araya getirilecek şekilde tasarlanmalı ve insanların ulaşımı trafiği bozmayacak şekilde sağlanmalıdır. Bu durum söz konusu olmazsa devlet kurumlarının yer altı tünelleri ile birbirlerine bağlanması projesi masraflı ve imkansıza yakında olsa uygulanmalı ve şehir trafiğini rahatlatmalıdır. Bu proje kendi projem olsa bile imkansız dememin iki sebebi vardır. Birincisi sürekli yeni bakanlıklar kurularak projenin, yer altı araç tünellerinin değişme olasılığıdır. İkinci neden ise  sürekli bakanlıkların yerlerinin değiştirilmesi söz konusu olmasıdır. Biz projeyi uygulamak için her şeyi hazırlarız, projeyi uygulamak için işe koyuluruz; pat diye bakanlıkları taşıma durumu söz konusu olursa bütün elimizdeki her şey boşa gitmiş olur. Bu yüzden ilk dediğim çözüm önerisine daha çok taraftarım.

- Alternatif yolların en kısa zamanda yapılması gerekmektedir. Örnek olarak bir insan Armada’ya gidecekse mecburen tek hat üzerinden gitmek zorunda başka yol yoktur. Yine aynı şekilde bir insan Milli Kütüphaneye gitmeye çalışıyorsa tek hat üzerinden gidebiliyor başka çaresi yoktur. Etrafa uzun gökyüzüne kadar ulaşan göz nizamını bozan betonlar atmak yerine alternatif yol üreten, insanları tek hat üzerine bağlı kılmayan, trafiğin yoğunluğunu azaltıp hızını arttıracak şekilde yollar yapılması gerekmektedir. Eğer biz başkentte yaşıyorsak, bu durumdan sürekli yakınıyorsak ve hala çözüm bulamıyorsak yazık bize. En kısa zamanda trafik yolunu rahatlatacak yollar açılması gerekilmektedir. Bunu dememle hemen ağaçlar kesilsin yol yapılsın değil, şu ana kadar dediğim maddeler söz konusu alınarak örneğin önemli yapı mı var? cevap yolu yerin altından geçir; ağaçlık yeşil bir arazi mi var? Cevap yolu yerin altından geçir… gibi durumlar ele alınarak alternatif yollar üretilmesi gerekilmektedir.

- Son olarak da dosya trafiğini azaltmak için Sayın Dekanım Aykut Kansu’dan duymuş olduğum ve araştırmasını yapmış olduğum hava tünelleri projesi uygulanabilir. Gerek kurum içerisinde, gerek aynı bina yapısı içerisinde, gerekse yapılabilecek teknolojik yenilikler çerçevesi dağarcı altında binalar arasında hava tünelleri inşa edilerek dosyaların hızlı bir şekilde bir merciden diğerine aktarılması söz konusu olabilir.  Bu sayede hem zaman kaybı, hem de maddi bir kaybın önüne geçilebilir.

Bu dediklerimin hepsini gerçekleştirmek için kusursuza yakın bir şehir planlaması gerçekleştirilmesi gerekli ve şehrin her önemli ücrası, alışveriş merkezi, müzesi veya da sizin aklınıza gelen sizin için önemli olan her hangi bir yer aynı bölgede toplanmaması gerekmektedir.  Yol yakınken Ankara’da kurtarabileceğimiz daha çok yer vardır. 

Hep birlikte Ankara’nın sorunları için el ele.

MS

YABANCILAŞMANIN GETİRDİĞİ YENİ SİSTEM: MODERN TOPLUM - Murathan Süer





Yazıma başlamadan önce belirtmek isterim ki ele almış olup sizin okuyacağınız bu yazım Georg Simmel’in “Metropol ve Zihinsel Hayat” adlı kitabında bulunan bir bölüme eleştiri niteliğinde bir değer taşımaktadır. Simmel’in kitabında belirtmiş olduğu düşüncelerini gerektiği yerlerde desteklemek veya da gerektiği yerlerde aksini söylemeye çalışıp size aktarmam başlıca hedefim.


Georg Simmel’i birey olarak incelediğimiz zaman muhafazakar bir insan olarak gözüken; ama kitaplarında ya da makalelerinde liberal ideoloji ağırlıklı yayımlanmış yazılı eserlerinin olması gözlerden kaçmamaktadır. “Metropol ve Zihinsel Hayat” adlı makalesinde de liberal düşüncelerini okuyucuya yansıtmaya çalışmış ve bunda da yeterince başarılı olmuş gibi görünmektedir.


Metropol ve Zihinsel Hayat”’ kitabında benim ele alacağım konu metropollerin insanlar üzerindeki olumsuz mental sorunlara sebep olmasına rağmen yine de her şeyin çözümünün, ilacının yine sorunu yaratan, başlatan yer olan metropollerde olacağı düşüncesi hakkında olacak. 

            İnsanlar kendi ürettiklerinin efendisiyken, kendi ürettiklerini metropole teslim ederek köle durumuna düşmek ne kadar mantıklı bir şey? Hiyerarşinin olmadığı herkesin istediğini yapabildiği bir ortamdan; hiyerarşinin olduğu, insanların birbirine emir verdiği, iş bölümünün olduğu ve gününün yarısını çalışarak geçirdiği bir topluma geçiş nasıl olurda insanlar tarafından benimsenebilir? Modern toplum nasıl, neden, ne amaçla ortaya çıktı? Kim tarafından yaratıldı?


Artı değer mal ile ortaya çıkmış, sistemin bozulması ile insanların birbirlerine ekonomik olarak hükmetmeye çalışmalarından kaynaklı, insan eliyle kendilerini kontrol etmek ve onları sınırlayabilmek için kurulmuş topluma modern toplum denmeye başlanmış. Modern toplumların en büyük, en gösterişli, en kalabalık hallerini ise metropoller oluşturmuştur.

Simmel’de bu durumu “Metropol daima para ekonomisinin yeri olmuştur.”1 sözü ile dile getirmiştir. Burada Simmel’e katılmamak elde değil. Çünkü bütün yabancılaşmanın ekonomik sebeplerden dolayı ortaya çıkması ve de büyük şehri büyük yapan özelliğin yine baş aktör olan ekonomi olduğunu görünce insan şaşırmaması gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki bütün her şeyin başlangıcı ekonomik olarak yabancılaşmadır. Metropollerde ise yabancılaşma durumu insanın ekonomik doğasına yabancılaşmasının doğal doğasına yabancılaşmaya dönüşmesi olarak gözlemlenmektedir.

İlkel toplumlarda yabancılaşma başladıktan sonra düzeni sağlamak için devlet kurumu ortaya çıkmaktadır. Kanunların, kralların, görevlerin, toplum içerisinde sınıfların olduğu bir kurum oluşmaktadır. “Devletin ortaya çıkışı, sınıfların doğuşunu belirler.”2 Devlet bir makine gibi bir forma bürünmektedir. Bu makine içerisindeki insanlar canlı bir organizma gibi çalışmaktadırlar. İnsan vücudunda bulunan birer hücre gibi olup hayatta kalabilmeleri için makine içerisinde birbirlerine ihtiyaçları bulunmaktadır. İster bu insanları bir makinenin içerisindeki çarklara benzetelim ister insan bedenindeki hücrelere benzetelim hayatta kalıp görevlerini yerine getirebilmek için insanlar birbirlerine bağlıdırlar.
 


Eğer görev yerinden bir kişi çıksa veya o göreve atanan insan sisteme karşı geldiği zan itibari ile bu insanlar tarafından oluşturulan makine işlemez, veya da işler olsa bile ileride oluşabilecek bir sorunun nedeni olacaktır. İnsanlar modern toplumlarda onlara atfedilen özgürlük, eşitlik veya da daha liberal düşünceler aslında hiç de doğru değildir.

Çünkü insanların özgürlükleri ellerinden alınmış ve onlara özgür oldukları kanısı aşınarak insanları kendi ideolojik çerçeveleri etrafında toplamışlardır. İnsanlar bu denli toplumlarda sistematik ve robot gibi çalışmakta ve hem kendi hayatlarını hem de devletin hayatta kalmasına çalışmaktadırlar. Simmel kendi makalesinde durumu “Özgürlük herkesin sahip olduğu o soylu tözün, doğanın bütün insanlara verdiği ama toplumun ve tarihin bozduğu tözün ön plana çıkmasını sağlayacaktı.”3 cümlesiyle açıklamaktadır. Bu denli toplumlarda insanlar iki çeşit yorgunluk tipi görülebilmektedir. Bunlardan birisi fiziksel yorgunluk, ikincisi ise zihinsel yorgunluktur. Birinci yorgunluk türü doğal şartlar çerçevesinde dinlenilerek geçerken; metropollerde en çok görünen yorgunluk çeşidi olan zihinsel yorgunluğun tedavisinin hiç de kolay olmayacağı hatta sonuçlarını ölümle bile sonuçlanabileceği gözlemlenebilmektedir. Ben bu konuda yazara katılmamakla beraber yazarın “sorunu yaratanın da çözümünü insanlara verenin de metropollerdir.” sözünü inandırıcı bulamıyorum. Çünkü insanların ölümüne sebep olan bir metropolde, metropolün,  çözüm sunamayıp insanların hayatını kurtaramaması; çözümünün metropollerden gelmediğini açıkça göstermektedir.
  
Uzmanlaşmış kişilerin veya da toplum yararına çalışan insanların belli bir zaman içerisinde kendi yaptıkları işten sıkılması ve yapmak istememesi gözlemlenebilmekte; ama hiç bir şekilde bunu iç dünyalarından dış dünyaya vuramamaktadırlar. Çünkü bu sisteme karşı bir hareket olur ve makine (metropol) işlevini sürdürebilmesi için hemen çarklarını (çalışan insanlarını) değiştirebilir. Filmlerde çalışan bir insanın tatile çıkmasını veya da öğle arasının olmadığını göze çarpmakta ve sanki insanların köle gibi çalıştıkları izlenimine varmaktayız. Şehrin gücünü arttırmak için sürekli çalışan insanların zihinsel yorgunluğunun ortaya çıkması gayet normal bir şey olmaktadır.

Metropoller içerisindeki zengin-fakir ayrımının olması toplumun çok da adil bir şekilde dağılmadığını ve metropolün bütün insanlara aynı şekilde hizmet ve yardım sağlayamadığını gözler önüne sermektedir. Eğer bütün olumlu şeyleri şehir sağlıyorsa bazı insanlar diğer insanlardan neden üstün sorusu akıllara gelmektedir. Zenginler mental ve fiziki olarak hayatlarını gayet güzel bir şekilde geçirmelerine rağmen, fakir insanlar neden zenginlerin artıkları ile geçimlerini sağlamaya çalışmaktadır. Sorun dönüp dolaşıp yine en başa artı mala değer sahip insanların yarattığı otoriter üstünlüğe geliyor. En başta itibaren ekonomik olarak insanları kendilerine köleleştiren insanların bir araya gelmesi ile şehrin insanları kendine karşı köleleştirmesi arasında bağ olduğunu düşünmekteyim. Sistem öyle oluşturulmuş ki insanlar birbirlerinden kopamaması ve bu durumdan da şikâyet etmemeleri metropolü insan üzerinde büyük ve gösterişli yapan en büyük özellikleri arasında sayılabilir.

Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” kitabında dediği gibi “İnsanlar özgür doğar, oysa her yerde zincire  vurulmuştur.”4 Rousseau’nun da bireyler özgürdür; hayatlarını özgürce yaşamalıdır; dilediklerini yapmalı; hayattan tek beklentileri bu temelin üzerine kurulmalıdır. Fakat insan hiçbir zaman bu istediği temeli oturtamaz demektedir. Çünkü insan her yerde köleleştirilmiş; birbirlerine zincirlerle bağlanmış; ve de birbirlerine bağlı bırakılmışlardır. Toplum da insanların bireyselleşmesi, her bireyin eşitliği ve de bu eşitliğin devletçe korunması ön plana çıkarılırken akıllarda sorulması gereken soru şu olmalıdır: “Peki, herkes eşitse insanlar kendilerini diğerlerinden nasıl ayıracak?” Bu sorusunun cevabı bana göre zeka, yetenek ve tabi ki paradır. Cevat Özyurt kendi makalesinde “Kentli insan hızlı karar vermek durumunda olduğu için kalbiyle değil zihniyle tepki verir.”5 sözlerini kullanarak metropollerde insanları birbirinden ayıran özelliğin duygu değil akıl olduğunu vurgulamaya çalışmıştır.


Bakış açımızı sabit tutmayıp çok yönlü bakmaya çalışırsak yeni olgularında ortaya çıktığını görebilmekteyiz. Örneğin durumlara sadece metropol insanının gözünden incelemeye kalkarsak bazı şeyleri görmeyebiliriz. Ne demek mi istiyorum?

 Demek istediğim şudur ki eğer bakış açımızı metropollü bir insan yerine kırsal, eski veyahut da siz ne derseniz artık onun bakış açısı ile bakarsak metropolün insanlar üzerinde güvensizlik duygusu yarattığı, duygularla değil de mantıksal olarak hareket edilmesinin sonucu olarak kalpsiz, duygusuz veya da insanlar arasındaki ilişkilerin çıkarlar üzerine kurulmasından kaynaklı sıcak yerine insanlar birbirlerine soğukturlar düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Simmel kaleme almış olduğu yazısında “İnsanların metropol ortamında hissettiği “güvensizlik duygusu” onları daha temkinli yapar. Bu temkinli kent insanı küçük kasabalılar tarafından “soğuk” ve “kalpsiz” olarak görülür. Temkinlilik sadece kayıtsızlık değildir, “yakın bir temas anında öfke ve kavgaya dönüşebilecek belli belirsiz bir nefret, karşılıklı yabancılık ve tiksintidir.”6 sözleri ile durumu ele almış ve insanların gözünde betimleme yapmaktadır.  
  
Devam edecek olursak üstüne üstlük kırsal kesimdeki çalışma saatleri daha azken, insanların birbirleri ile ilişkileri daha aktifken, insanlar hayatlarından daha memnun gibi görünüyorken; neden insanlar metropole eski yaşamlarından daha mutsuz olmak için, daha çok çalışmak için, daha az dinlenebilmek için gelirler ki? Ben çözümün metropolde olduğuna çok çalışmak için, daha az dinlenebilmek için gelirler ki? Ben çözümün metropolde olduğuna inanmıyorum. Böylesine büyük ve gösterişli şehirlere insanlar kendilerini gösterebilmek için tek nedenleri meşhur olup bütün dünyaya açılabilmek. İnsanlar sadece zamanın büyük şehirleri olan dünyaya açılan kapıları olan şehirleri seçmektedir. Yoksa kimse bu sistemin içinde ezilmek istemez. Fakat, şunu da söylemeden edemeyeceğim. Büyük şehirlere gelen insanlar bir daha eskiye dönüş yapamıyor ve var olan durumlarından kopamamaktadır. Bu durum sosyolojik olarak ciddi bir sorun teşrif etmekte ve günümüzde hala bu sorunun cevabı tam olarak tanımlanamamaktadır.

Simmel’in makalesini nasıl buldunuz diye bir soru yöneltmiş olduğunu varsayıma dayanarak şu cevabı açık ve içten bir şekilde verebilirim. Simmel’de Karl Marx ‘Das Kapital’de yaptığı hatayı yapmış bulunmaktadır. Her şeyi o kadar güzel açıklayıp, insanların iç dünyalarına kadar inebilen bir yazar nasıl olur da çözümün yine metropolde olabileceğini söyler. Kendi fikrimi söylemem gerekirse eğer, insanlar metropolün büyüsünden nasıl kurtulabilir ve eski daha mutlu olan hayatlarına geri dönüş yapar sorusuna tek bir kelime ile cevap verebilirim. İmkansız. Çözüm yoktur. Çünkü dönüşüm bir kez başladıktan sonra kimse geriye dönemez. Metropol büyüyen bir kara delik gibidir ve etrafındaki her şeyi yutmaya başlar. Hatta kendi kurucusu, yaratıcısını bile. Metropol bir canavar olmuştur ve insanların artık iki şansları vardır. Ya canavar ile yaşamaya alışacaklar ya da kaçıp kendilerini kırsala geri atacaklar. Ama ikinci seçeneği tercih edenler unutmamalıdırlar ki metropol bir kara delik, bir gün bulundukları yeri de yutup kendisinin bir parçası yapabilir.
 
1 Simmel, Georg," Metropol ve Zihinsel Hayat," in Georg Simmel, Bireysellik ve Kültür (İstanbul: Metis, 2009)
2 Clastres, Pierre. Devlete karşı toplum. (İstanbul: Ayrıntı, 2011.) S,159.   
3 Simmel, Georg," Metropol ve Zihinsel Hayat," in Georg Simmel, Bireysellik ve Kültür (İstanbul: Metis, 2009). S,329.
4 Rousseau, Jean-Jacques. Toplum Sözleşmesi. (İstanbul:Oda Yayınları,2010) 
 5 Özyurt,Cevat. Urban Life in The Sociology of Twentieth Century, http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c10s18/makale/c10s18m6.pdf, s.114.
6 Simmel, Georg," Metropol ve Zihinsel Hayat," in Georg Simmel, Bireysellik ve Kültür (İstanbul: Metis, 2009).S, 417.  

MS